Social Icons

Pages

YAZILMAMIŞ DESTANLAR

Posted by Adsız On 23.04.2010 0 yorum
"Sonsuzluk şarabıyla sermest ebedî rindler
Her zaman ışık türküsü söyler bu yiğitler."

Akşamdı oturuyorduk. Yemek ısmarlamıştı kantine, telefonla. Temiz ve düzenli görünümlü masasının üstündeki farklı kitaplar, zengin kültürünün işaretleriydi. Hoş beni burada tutan bunlar değildi. Bu arkadaşı bana ve çevresine sevdiren tevazuuydu. Mecliste arif olup kelâm dinlemesini bilenlerdendi. Kapı çalındı ve kantinci genç siparişleri getirdi. Paranın üstünü alan çocuk çıkarken telefon çaldı.. Arkadaşımın, telefonu ızdırap dolu bir yüz ifadesiyle kapadığını gördüm. Birden ayağa kalktı; sırtını dönerken ellerini yüzüne doğru götürdü. Hıçkırıklarını tutamamıştı. Ben de ayağa kalktım ve kitap dolu masayı dolaşarak yanına yaklaştım.

'Fuat Bey ne oldu?' dedim.

İşin doğrusu ben de şaşkındım. Acaba eşine, çocuklarına ya da anne veya babasına mı bir şey olmuştu. Birazdan yaşlı gözleriyle bana döndü; bir şey söylemeden derin bir iç çekişiyle birlikte koltuğuna oturdu. Ben de oturduğum yere geçtim. Bir süre hüzün dolu sessizlikten sonra zor zahmet tekrar sordum:

Fuat Bey ne oldu?

Kesik kesik cümlelerle anlattı: "İki gündür içimde bir sıkıntı vardı; sebebi buymuş demek" dedi. Uzak diyarlardaki gönüllü öğretmenlerden biri kaza geçirmiş ve bacağı kesilmişti. O güne kadar Süleyman Alptekin'in ismini duymamıştım. Evet, ismini duymamıştım ve duyulmamıştı. Arkadaşım mendiliyle göz yaşlarını silerken, ben de hayalin hızıyla bu hazin hâdise etrafında dolaşmaya başlamıştım.

O an aklıma Tarık Buğra'nın Kuruluş'undaki derviş geldi. Hoşgörü medeniyeti de diyebileceğimiz medeniyetin kurucusu Osman Bey, adını sorunca ne demişti derviş:

-Dervişe ad gerekmez!

Adlarını bilmememizin veya tanımıyor olmamızın önemi yoktu onlar için.

"Saki bize Allah idi / Doldu gönül peymanemiz." diyen şairin anlattığı gibi sonsuzluk şarabından sermest bu şevkmezhepli insanların, ebedî cennetlerden daha şirin bir anlayışın insanlarının, ismi ve cismi düşünmeleri pek olur iş de değildi. Osman Bey'e cevabının devamında ne demişti gönül insanı:

"Ad beylere gerektir."

Hoş bu insanlar öyle sıradan insanlar da değillerdi. Hemen her biri seçkin üniversitelerin seçkin öğrencileriydiler. Belki ülkelerinde çok farklı imkânlara sahip olabileceklerdi, fakat onlar zoru seçmişlerdi. Bayrak sevgisi, insan sevgisiydi onları yokuşlara süren. Ballar balını bulanlar kovanı terk ediyorlardı.

Türkmenistan'da arabası bozulduğu için ailesiyle yolda kalan ve saatlerce susuz kaldıktan sonra pis su birikintilerinden su içip kanlı ishal olan çocukların babası geldi aklıma. "Biz kimseye hor bakmayız, kamu âlem birdir bize" felsefesiyle yollara düşen bu alptekinler Fuat Köprülü'nün Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar adlı eserinin sayfalarını açtırdı gözlerimin önüne. Ahmet Yesevî, Yusuf Hemedanî'nin öğrencisi miydi? Önemi yoktu bunun. Onların içtiği kaynak birdi nasıl olsa ve Yesevî o kaynaktan yüklenip rahmet olarak dökülmüştü Anadolu'ya. Yunus'un sevgi pınarları bu kaynaktan beslemişti tüm insanlığı. Ellerim masada duran Kırık Mızrap kitabına uzandı bir an; sıkıntının saikiyle olsa gerek, gayr-ı ihtiyari açtığım sayfayı içimden okuduktan sonra, sesli okumaya başladım. Kendimi tutamamıştım, mısralar âdeta, "beni bağıra bağıra oku" diyordu:

"Yiğidim görün artık
Görün ki çok bunaldık
Canlarımız gırtlakta
Son kelime dudakta
Gülümse milletine
Susadık himmetine."

Mısralar arkadaşın sessiz ağlayışını hıçkırıklara çevirmişti. O da bu seslere şahitlik ederken kantinci genç içeri girdi.
Fuat Bey'in ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözlerini görünce sessizce tabaklarını toplayıp çıktı. Kapı kapanınca Fuat Bey:

- 'Birileri bu arkadaşların destanını yazmalı.' dedi boğuk bir ses tonuyla...

"Destanları yazılsın yazılmasın ne önemi var" dedim içimden. Dilime Yunus Emre'nin mısraları dolaştı:

"Ko gülen gülsün
Hak bizim olsun
Gafil ne bilsin
Hakkı seven var."

0 yorum to YAZILMAMIŞ DESTANLAR

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Sayfamızı Beğenmenizle
Mutluluk Duyarız